18 Temmuz 2011 Pazartesi

Ajans seçerken!

Para Dergisi'nden Melis Tosyalı'nın "Dijital ajans seçerken nelere dikkat edilmeli" başlıklı yazısını okurken şu madde dikkatimi çekti.

  • Maliyet hesaplarken hizmet vereceğiniz şirketin büyüklüğüne göre değil çalıştıracağınız insanların maliyetine göre fiyat verin

Ağzına sağlık, başka ne diyeyim? İletişim sektöründe masanın; basın, ajans ve kurum olmak üzere tüm taraflarında yer alan bir olarak ajans seçim ve yönetim sürecinin ne zaman flörtten öteye geçeceğini gerçekten merak ediyorum. Ajans, dijital olsun olmasın hepsi aynıdır. Bir tarafta hizmet alan bir tarafta hizmet üreten olarak tanımlansa da iki üretenden oluşan bir işbirliği söz konusudur. Bu ilişkiden fayda üretebilmenin de tek yolu, birbirini iyi anlamak ve uzun soluklu işbirliği yapmaktan geçer. Kısacası, bu ilişkiye evlilik gözüyle bakılmalı. Özellikle iletişim alanında hizmet veren iletişim ajanslarını da reklam ajanslarını da minibüslere benzetiyorum. El kaldıran herkesin arabaya alındığı sistemde oturan da ayakta duran da hatta kapı açık bir ayağı dışarıda giden de aynı parayı öder. En önemli kriterin müşteri sayısı olduğu bu sektörde, işte hata da buradan başlar. Bu çok derin ve kendimi kaptırırsam duramayacağım bir konu. Önemli olan yukarıdaki maddede yazıldığı gibi şirketin büyüklüğü ve ne kadar müşterisinin olduğu değil; sizinle çalışacak kişilerin yetkinliğidir. Maliyetleri de belirleyen budur... Adım Hıdır, yıllardır dediğim budur. Ama 20 yıldır bu sektördeyim bu bakış açısına sahip çok az müşteri gördüm. Minübüsle seyahat etmeyi seven, sıkılırsam inerim diyen diğer müşteriler ne yapıyor derseniz: ya yeni ajans avındadırlar ya da yanlış av peşinde koşmaktan yorulup pes etmişlerdir. Unutmamak lazım ki, gelir geçer mantığı ile bakılan ve pes ettirilen her müşteri de bu sektörün büyümesinin önündeki en büyük engeldir.

14 Mart 2011 Pazartesi

Aile içi şiddete son…

Hürriyet tarafından birkaç senedir yürütülen “Aile İçi Şiddete Son” kampanyası için hazırlanan reklam filmini çok etkileyici buldum. Şiddet gördüğü anlarda kadının tek başına görüntülendiği reklam filmini izlerken, kadının çok yönlü yalnızlığını düşündüm. Filmin en etkileyici yanı ise şiddet uygulayanın, tanımlanmaması. İlk akla gelenin ve hedef gösterilenin genellikle koca olduğu aile içi şiddet vakalarında; aslında kim bilir kaç kişi, abisinden babasından hatta akrabalarından şiddet görüyor, hiç düşündük mü? Bazen suçluların belirsizliği, suçun büyüklüğünün en önemli göstergesidir.

Not: Tek eleştirim; çok güçlü bir mesaj olmasına rağmen “Kadına şiddet uygulayan, erkek değildir” söyleminin ardından pek çoğunun, mesajdaki vurguyu atlayıp “Peki kimdir?” sorusunu sorduğunu duyar gibi oluyorum.   

20 Şubat 2011 Pazar

Musalla taşına sponsorluk?

Uzun zamandır yazmak istediğim bir konu var. Ne zaman bir ünlü vefat etse ve Zincirlikuyu Camii’nden ebedi istirahatine uğurlansa televizyon ekranlarında iki kare beliriyor: Biri; Merhum/merhumeyi son yolculuğuna uğurlayan gözü yaşlı sevenler ve diğeri; Çanakkale/Kalebodur markası. Musalla taşının üzerine tente yapılması konusunda destek verilmiş olsa gerek ki; bu hayır işini, tentenin üzerine markayı oldukça büyük puntolarla yazarak biz potansiyel tüketicilerin gözüne sokma gereği duymuşlar. Oldukça köklü ve kurumsallaşma yolunda olan markalar, nasıl olur da böyle hatalar yapabiliyor anlamış değilim. Bu bir tatil beldesinde yapılmış şemsiye sponsorluğu ile eş değer görülmemeli. Böylesi hassas bir platformda bir ihtiyaca çözüm üretmeniz, iki kurum arasında kalması gereken bir konudur. Hayır işidir ve gizlisi makbuldür. Şimdi ne oldu? Her cenaze gördüğümde Çanakkale/Kalebodur markasını arar oldu gözüm. İş kolunu ifade eden hela taşı yerine (alaturka tuvaletlerin olduğu yerdeki seramik türüne "hela taşı" denir) musalla taşıyla özdeşleşir oldu bu marka zihnimde. Belki de amaç buydu, olmaz olmaz demeyin. Reklamın iyisi kötüsü, yeri zamanı olmaz zihniyeti,  değerlerimizi de hiçe sayar oldu. 

Durum böyle olunca, benim de kendilerine marka stratejileriyle uyumlu bir önerim var. Zincirlikuyu Mezarlığı’nın girişinde “Her canlı, ölümü tadacaktır” yazar. İstanbul’un en işlek caddesi üzerindeki bu alan, marka görünürlüğü açısından oldukça etkili ve kaçırılmaması gereken bir yer. Hem bu alan, seramik uygulamaya da müsait. 
Çanakkale Seramik yetkililerine duyurulur. 

16 Şubat 2011 Çarşamba

Vasiyet

Hayatımda 7, 17 ve 27'nin hep özel bir yeri oldu. Bundan sonra hep güzellikler getirsin diliyorum. Bugün 17.02.2011. Babam, aramızdan ayrılalı tam 3 yıl oldu. 17 Ocak’ta doğmuştu 17 Şubat’ta aramızdan ayrıldı.  Zaman çok çabuk geçti ama acısı azalıyor mu? derseniz, yokluğun ruhunuzdaki ağırlığı artıyo, yokluğun acısı yerini özleme bırakıyor.  Özlemek canımı acıtıyor. Rüyamda o çok sevdiği parçayı söylüyordu bana. Ben de hep içimden onun için bu parçayı mırıldanıyorum ve her an anıyorum, anımsıyorum, örnek olsun, onun gibiler artsın diye anlatıyorum herkese, her an…

Anımsayın,
Anımsayın ki tazelensin geçen günler
Adım anın
Anın ki unutulmayım
Kuşların kanat çırpışındaki güçte ısrar ediyorsam
Bir yerlerinde sesim
Bir yerlerinde adım
Duyulsun
Duyulsun diyedir

Şimdi göğün beni öpen yerinde uyuyorum
Unutmayın ki
Kar yağdığında tenim üşümesin
Beklemekle geçmişti ömrüm
Yeni bir bekleyiş var uykumda
Rüyalarım andığınızı fısıldıyor
Ruhum neşeli, bedenim sıcak
Dağılmadan duruyorum

İstemem
İstemem bir tek çiçek getirenim olmasın
Ağlayanım olmasın başımda,istemem
Benim kekiklerim,ıtırlarım var
Toprağım taşım var
Böceklerim rüzgarım
Dikenlerim kuşlarım
Bin bir renkli hayallerim var

Şimdi göğün beni öpen yerinde uyuyorum
Unutmayın ki
Kar yağdığında tenim üşümesin
Beklemekle geçmişti ömrüm
Yeni bir bekleyiş var uykumda
Rüyalarım andığınızı fısıldıyor
Ruhum neşeli, bedenim sıcak
Dağılmadan duruyorum


Kuddusi - Vasiyet







22 Ocak 2011 Cumartesi

Helen Harper’a bir mesajım var

Reklamda; Helen Harper, Türkiye pazarına girmek için geldiği havalimanında büyük bir ilgiyle karşılanıyor. Önce çorap markası olduğunu düşündüren mini etekli o uzun bacaklar dikkat çekiyor.  Bugüne kadar bu kadar hedef şaşırtan, aklı karıştıran, sonuca varmayı zorlaştıran bir başka reklam hatırlamıyorum. Çorap reklamı gibi başlayan, sonradan diş macunu reklamı olduğuna karar verdiğim reklamda paketi görmemle kafam daha da karışıyor. Dişlerinin gözlerimizi alırcasına parlaması, sakız reklamı olmasından mı diye düşünürken; arka ses, beni reklam uykusundan uyandırıyor. Markanın Türkiye lansmanı için yayına giren reklam, Helen Harper'ın bir hijyenik ped reklamı olduğunu öğrenmemizle son buluyor. Reklamın belden aşağıyı göstermesi, çopraptan değil muayyen güne vurgu yapmasındanmış. Bu yazıyı yazdıran, konuşturan reklam, amacına ulaşmış diyenleri duyar gibiyim. Çok paran olsa bile vermek istediğin mesajın ne kadar sade ve anlaşılır olduğudur önemli olan. Türkiye yolculuğu adaptasyon reklamla başlayan Bayan Helen Harper'a ülkemize hoş geldin diyorum.

26 Kasım 2010 Cuma

Eşekler iktidar olsa…

İlkokula yeni başladığım yıllardı. Anneme sürekli “Anne, ben büyüyünce bütün eşekleri toplayacağım ve onları kral gibi yaşatacağım” derdim.  Eşek, en sevdiğim ve gördüğümde beni hüzünlendiren hayvanlardan biridir. Sabrı, dayanıklılığı ve o güzel gözleri onu her gördüğüm yerde beni benden alır. Pazar günü gazete keyfi yaparken Hürriyet Gazetesi’nde Cansu Çamlıbel’in haberini okudum ve gözlerime inanamadım.  Şu anda dernek sıfatıyla çalışmalarına devam eden Kürdistan Eşek Derneği’nin lideri ile yapılmış bir ropörtaj vardı. İlk okuduğunuzda bunu, aklını yitirmiş bir liderin sadece mevcut düzene muhalafet etme çabası olarak görebilirsiniz ama felsefesi aklıma çok yattı, itiraf etmeliyim. 

Eşek Hareketi’nin lideri Ömer Klol’un söylemlerinin temelini iyi insan olma meselesi ve adalet oluşturuyor.  Bir de eşek yerine konmayı bir aşağılanma kabul eden genel geçer yaklaşıma kafa tutuyor. Ben de oldum olası ters bir hareket yapana “Eşek” denmesine, küfür edilmesine her zaman kızmışımdır. Bunun, kabalığı yapan karşısında eşeğe yapılmış bir hakaret olduğunu savunmuşumdur. “Eşek, adamdan adamdır. Eşeğin sırrı sabrındadır. Babam eşek üzerinde neft satardı. Dur desen durur, git desen gider. Sabahtan akşama kadar çalışır, sonra bir tutam ot yer, Allah’a şükreder” diyen Klol,  eşeğin gördüğü muameleyi iktidardaki siyasetçilerin halka yönelik tutumuna benzetiyor.  “Eşek çalışıyor, inek yiyor. Yani biz çalışıyoruz, siyasetçiler yiyor” diyen Klol, Eşek Hareketi’nin sloganını “Eşek çalışsın, eşek yesin” diye özetliyor. Sözün özü; ilkokul çağlarında benimsediğim felsefemin hayata geçmesine çok sevindim. Yalnız olmadığımı görmek güzel. Bu arada Klol, köylerde kaderlerine terk edilmiş eşekler için büyük bir de barınak kurmak istiyormuş. Bölgesel Kürt Hükümeti’nden bu konuda yardım talebinde de bulunmuş. İstediği destek sadece 6 bin dolarmış. Siz delinin teki diyebilirsiniz.  Dernek, şu anda 10 bin üyesiyle yerel seçimlere katılmayı hazırlanıyor. Ben son derece destekliyorum. Akıllı olanlara oy veriyoruz da ne oluyor.  Bir eşek gelse de başa bayram etsek…

Not: Sebati Karakurt, ropörtaj sonrası yıllık üyelik aidatı olan 50 TL’yi ödeyerek derneğe üye olmuş. Valla kıskanmadım desem yalan olur.  

8 Kasım 2010 Pazartesi

Musluğun başında oturana laf söyleyebilmek için suyla işin olmamalı

Geçenlerde Ali Ağaoğlu’nun reklamının lider açısından risk taşıdığında söz etmiştik. “Yaptım  oldu” mesajıyla dikkat çeken bu ego merkezli reklamın mizah unsuru olması çok zaman almadı. Çok güzel hareketler bunlarda işlenen tipleme ardından facebookta hayli eğlenceli bir şekilde gündeme geldi. Ali Ağaoğlu’nun yanına onun lider ve kurum itibarını aynı potada değerlendirecek ona “çok iyi oynadınız efendim” yerine “bu reklamlara devam etmeseniz” diyecek birileri lazım. Sinan Çetin de reklam yönetmeni olsa gerek Ali Ağaoğlu çok iyi oynadığını düşündükçe destek veriyor. Ne de olsa reklamlara çıkan aynı zamanda musluğun başında oturan kişi. Sorun da buradan çıkıyor. Musluğun başında oturana laf söyleyebilmek için suyla işin olmamalı…